37. İstanbul Film Festival 6-19 Nisan tarihleri arasında!

Göç konusu bu sene öne çıkan temalardan birisi. Bu bağlamda göç ile ilgili filmleri aşağıda ilgilisi için listeledik:

TEMPELHOF HAVAALANI

Futuro Beach ve festivalde daha önce yarışan Madame Satã filmiyle tanıdığımız Karim Aïnouz dünya prömiyerini Şubat ayında Berlin Film Festivali’nde yapan sıra dışı bir belgeselle festivalde dönüyor. Mülteci krizini Avrupa’nın tam kalbinde, Berlin’in artık kullanılmayan Tempelhof havaalanında gözlemliyor film: Nazilerin inşa ettiği Tempelhof havaalanının devasa hangarları, günümüzde savaştan kaçan göçmenlere ev sahipliği yapıyor. Tempelhof Havaalanı, biri 18 yaşında Suriyeli, biri 35 yaşında Iraklı iki göçmene odaklanıyor. Mültecilerin “medya tarafından histerik bir şekilde işlenmelerini” eleştiren Aïnouz, “insan onlar” diyor, “ne şanslıyım ki bana kendi hikâyelerini anlattılar.”

STYX

Okyanusun ortasında bir fırtına, mültecilerle dolu batmak üzere olan bir tekne ve tek başına bir kadın… Şubat ayındaki Berlin Film Festivali’nin Panorama bölümünde ilk gösterimini yapan Styx, 40 yaşlarında Avrupalı bir kadın doktorun hayal tatilinin mülteci kriziyle nasıl kesiştiğini anlatıyor. Rike, Cebelitarık’tan teknesiyle tek başına okyanusa açılıyor ve Ascunsion adasına doğru yola çıkıyor; ancak yolda feci haldeki bir mülteci teknesiyle karşılaşıyor. Düzenli, huzurlu, tasasız yaşamlarını sürdüren Avrupalıların hümanizmasının ve umudunun okyanus sularında çaresizlikle yok oluşunu izleyen Styx, olabildiğince az diyalog ve sürprizli senaryosuyla günümüzün en zorlu toplumsal sıkıntılarından birini serinkanlılıkla ele alıyor.

FRANSA’DA BİR MEVSİM

Çad asıllı yönetmen Mahamat-Saleh Haroun’dan Paris’in alt tabakasında ayakta kalma mücadelesi veren kaçak göçmenlerin hayatına gerçekçi ve dokunaklı bir bakış… Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki savaştan kaçarak Paris’e gelen iki kardeşten öğretmen olan Abbas manavlık, felsefe profesörü olan Etienne ise gece bekçiliği yapmaktadır. Her an polis tarafından ele geçirilerek sınır dışı edilme endişesiyle yaşayan kardeşler korku ve belirsizlik üzerine yeni bir hayat inşa etmeye çalışırken ellerinden gelebilecek en iyi şeyin onurlarını korumak olduğunu öğreneceklerdir. Haroun’un “Avrupa’ya sığınmış, yüzleri görülmeyen insanların hikâyesini” anlattığını söylediği Fransa’da Bir Mevsim, dünyanın en çok ziyaret edilen (ışıklar) şehri Paris’in hiç bilmediğimiz yönüyle bizi yüzleştiriyor.

KAÇIŞ

Savaşta ailesini kaybeden ve ülkesini terk etmek zorunda kalan Suriyeli göçmen Cabir, Meriç nehrini geçerek Avrupa’ya ulaşmaya çalıştığı sırada güvenlik güçleri müdahale eder; Cabir bu baskından kurtulmayı başarır. Yunanistan sınırındaki bir köyde kocası Sadık’la birlikte yaşayan Aliye, bir akşam evin arkasındaki ardiyelerinde saklanan hasta bir göçmenle karşılaşır. Cabir’dir bu. Aliye, Cabir’i ihbar etmek ister, fakat yapamaz; iyileşmesi için ona yardım elini uzatır. Birbirlerinin dilinden hiç anlamayan bu iki yalnız ve mutsuz insan, zamanla birbirlerine sığınmaya başlar.

RAHAT BİR NEFES

İlk gösterimini yaptığı Sundance’ten ödülle dönen Rahat Bir Nefes, İzlandalı bir anne ile Gineli bir göçmen kadın arasındaki yakınlığı mercek altına alıyor. Ken Loach ve Dardenne kardeşlerin sosyal gerçekçi filmleriyle karşılaştırılan Rahat Bir Nefes, kısa filmleriyle 100’den fazla ödül kazanan ve İzlanda sinemasının yükselen yıldızı olarak nitelendirilen İsold Uggadottir’in ilk uzun metrajlı filmi. Film, mülteci krizinin ulaşmadığı düşünülen İzlanda’da bu meselenin yerel toplumsal etkilerine kafa yorarken duygusallığa prim vermiyor ve keskin bir gözlemciliği benimsiyor.

PARÇALAR

Parçalar filmi, yönetmenin kişisel tarihine ait parçalarını tamamlamak, ailesi ile yüzleşmek ve babasıyla hesaplaşmak için çıktığı bir yol ve yolculuğun hikâyesidir. Film aile, göç, yerinden olma, yüzleşme kavramlarını irdeliyor. Bu duygusal yolculukta yönetmen, sadece kendi geçmişiyle değil aynı zamanda Türkiye’nin yakın tarihiyle de yüzleşiyor.

TRANSİT

Alman auteur Christian Petzold’un Berlin Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan son filmi, günümüzün göçmen krizine Avrupa’nın geçmişinden bakıyor. Anna Seghers’in 1942 tarihli romanından uyarlanan filmde Nazi işgalinden kaçan Georg adında bir adam, elinde evrakları bulunan, ölmüş bir yazarın kimliğini üstlenir. Georg Marsilya’dan gemiye binebilmek için beklerken kendi gibi birçok mülteciyle tanışır; ama gizemli Marie ile tanışınca planları değişir. Christian Petzold, tarihten ödünç aldığı bir hikâyeyi günümüz Marsilya’sında çekerek hem 75 yılda çok az şeyin değiştiğini vurguluyor hem de göçmenlik ve arada kalmışlığa dair sinemasal bir tartışma alanı açıyor.

KELİMELERİN ÖTESİ

Festival izleyicisinin Mavi Kod ve Özel Hayatlar filmleriyle tanıdığı Urszula Antoniak’ın son filmi, aile, kökenler, yurt ve yurtsuzluk üzerine sorular soran, dokunaklı bir baba-oğul hikâyesi anlatıyor. Siyah-beyaz sinematografisi ve gayet stilize tarzıyla göz dolduran Kelimelerin Ötesi, Almanya’da yaşayan Polonyalı avukat Michael’ı merkezine alıyor. Göçmen davalarıyla ilgilenen karizmatik avukat Michael, bir gün, öldüğünü sandığı babasıyla karşılaşır. Baba-oğul birlikte zaman geçirdikçe Michael yalnızca aile bağlarının değil göz ardı ettiği kökenlerinin de ona acı verdiğini hatırlayacaktır. Kelimelerin Ötesi yalnızca bir aile dramı değil, dil üzerinden milliyetçiliği sorgulayan özgün bir göçmen filmi.

SAF KALPLER

Saf Kalpler, şiddetli ve çözümsüz bir aşk hikâyesi üzerinden ekonomik çöküş ve göçmen krizinin tam ortasındaki Roma sokaklarının gerçekçi, çarpıcı bir izdüşümünü çiziyor. İnancına derinden bağlı annesinin sözüyle bekâret yemini etmek üzere olan 18 yaşındaki Agnese, bir otoparkta göçmenlerle yan yana çalışan vahşi mizaçlı, karanlık geçmişli 25 yaşındaki Stefano ile tesadüfen tanışır ve ikili gizli, yasaklı bir aşka sürüklenir. İlişkinin yoğunluğu arttıkça Agnese’in korunaklı dünyası ile Stefano’nun sert kenar mahallesi arasındaki sınırlar ortadan kalkar. İlk kez Cannes Film Festivali’nin Yönetmenlerin On Beş Günü bölümünde gösterilen Saf Kalpler, Roberto de Paolis’in ilk uzun metrajlı filmi.

BABA

Baba kendine yazılmış bir mektup, bir kendini keşfetme, ömürlük bir hesaplaşma yolculuğu… Ailesiyle birlikte Pakistan’dan Kanada’ya göç eden Arshad Khan, eşcinsel olduğunu fark ediyor. Arshad, Bollywood filmleri, şahsi videolar, canlandırma parçalarla birlikte mizahı esirgemeyen bir hikâyeyle kendi içsel yolculuğunu ailesininkiyle birlikte anlatmayı seçiyor. Son derece öznel bir noktadan yola çıksa da Baba cinsellik, göç, aile, kader, gelenek, din, çağdaşlık gibi kavramlara değinerek evrenselliğini de koruyor.

SEVME BENİ

Festival seyircilerinin Şiddet Güzeli’nden tanıdığı Alexandros Avranas bir kez daha maddi ve manevi çöküntü içindeki Yunan toplumuna odaklanıyor. Çocuk sahibi olmak isteyen bir çift, taşıyıcı anne olması için genç bir göçmen kızla anlaşır. Çiftin villasına taşınıp onlarla yaşamaya başlayan kız bir yandan bu yeni hayata alışmaya bir yandan da çifti yakından tanımaya çalışır. İşler yolunda giderken bir kaza her şeyi altüst eder. Toplumsal dramdan gerilime oradan da korku filmine evrilerek türler arası bir gezinti yapan Sevme Beni gerçek olaylardan esinlenen rahatsız edici senaryosu ve acımasız toplumsal eleştirisiyle seyircileri ahlaki sınırlarını sorgulamaya zorluyor.

MATANGI / MAYA / M.I.A

Dünyanın tartışmasız en tartışmalı pop yıldızlarından M.I.A. ya da sahne dışındaki adıyla Matangi ya da Maya, Sri Lankalı ayrılıkçı Tamil Kaplanları’nın kurucusunun kızı, bir hip hop ünlüsü, siyaseti sanatından uzaklaştırmayı hiç düşünmeyen bir kadın. Berlin Film Festivali’nde ilk gösterimini yapan bu belgesel, dokuz yaşında ailesiyle birlikte önce Hindistan’a oradan Londra’ya göç eden, asıl niyeti belgesel yönetmenliği yapmakken sokak kültürü ve hip hop’tan esinlenip dünya çapında şarkıcı olarak ünlenen M.I.A.’in çoğunu kendi çektiği 22 yıllık videolarıyla özel, müzikal ve siyasi yaşamının bir portresini çiziyor.

KİGALİ’DE KUŞ SESLERİ

Krzysztof Krauze’nin 2014’te ölmeden önce, eşi Joanna Kos-Krauze’yle birlikte çekimlerini tamamladığı, kariyerinin son filmi, mülteci krizine sinemanın pek alışık olmadığı bir bakış açısıyla, epeyce cesur bir yerden bakıyor. Filmin odağında iki kadın var: Biri soykırım esnasında Ruanda’da bulunan Polonyalı bir kuş gözlemcisi, diğeri ise yaşanan kıyımdan canını son anda kurtaran Ruandalı bir Tutsi. Kurban ya da kurtarıcı rolünü üstlenmek istemeyen bu iki kadın, yaşadıkları büyük travmanın ardından beraberce gittikleri Polonya’da “bir arada” kalmaya, bir gün tekrar dönülecek toprakların üzerlerinde bıraktığı kan izinden kurtulmaya çabalarlar.

ARAF

Hem bir deneme film hem de hayaletsi bir karakter olan Nayia’nın güncesi Araf. Savaştan bu yana sürgündeki Nayia, Srebrenica soykırımının 22. Yıldönümü anması için geri dönüyor ve Srebrenica ve Saraybosna’dan Mostar’a gidiyor. Araf ’a yol gösteren, Nayia’nın yol boyunca tuttuğu, Daedelus ile İkarus mitosuyla birleşen güncesi. İkarus, mitolojik bir karakter olmanın yanı sıra, Bosna’da yapılan bir köprüden atlama yarışının da galibine verilen isim. Sürekli bir dehşet ve kalıcı bir durgunluk, yurtsuz kalma ile yerleşik olma arasındaki sürtüşmeyle Araf, aşırı hırsla gelen önlenemez yenilgiye karşı iyimserlik ve cesaret gibi zıtlıkların izini Nayia’nın yurdundan ayrılışı ve savaş sonrasında dönüşü üzerinden sürüyor.

DOĞU YAKASI

İç savaş sonrası Suriye’den Türkiye’ye gelen Abdullah ile Selam, bir süre sonra Almanya’ya kaçmaya karar verir ve bir insan kaçakçısıyla anlaşırlar. Selam, gerekli parayı bir tekstil atölyesinde düzenli çalışarak biriktirmiştir. Abdullah ise uyuşturucu bağımlısıdır; ne düzenli bir işi ne de elinde gitmeye yetecek kadar para vardır. Biriktirilen para üzerinden bu iki Suriyeli genç, Almanya’ya kaçma mücadelesi verecektir.

İKSV Film Kataloğu için tıklayınız!

Bilet satışı için: Biletix

Leave a comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *